Dünyada yüzlerce yıldır aranan ve halen aranmaya devam eden bu sorunun cevabını bu yazıda sadece ülkemiz için arayacağız.

Öncelikle, bu soruyu ararken önce bir ülkedeki siyaset yapan insanları ve diğer tarafta öğrenci, çiftçi, işçi, emekli gibi görece düşük gelir grup sahibi insanları düşünelim ve ”Batı demokrasisi” ile karşılaştıralım. İki tarafta da özellikle düşük gelir gruplarının büyük desteğiyle iktidara gelenler orada öncelikle halk ve kamuyu gözetir (neo-liberal esintiler hariç) ki olması gereken de budur. Seçilene göre, kamu ve halk önceliklidir. Örneğin, Almanya da ”Rechstatt” kavramı önceleri sadece kanun devlet anlamına gelirken özellikle 2.Dünya Savaşı sonrası bugünkü anlamı olan ”Hukuk Devleti’ne” dönüşmüş ancak gerçek değerinde ise seçilen herkesin en temel önceliği kamu ve halktır. Eğer seçilenler buna uymazsa ya bir sonraki seçimde oyları düşer ya da kazanamaz. Son zamanlardaysa, Latin Amerika’da sol ulusal partilerin, Avrupa’da ise neo-liberal rüzgârdan ve halka rağmen gerçekleştirmeye çalıştıkları faaliyetlerden rahatsız olan seçmenlerin destekledikleri ve ” Aşırıcılar” diğer tabir edip, engellemeye çalıştıkları esasında Ulusal partilerin tüm kıta devletlerinde oyunu ve gücünü arttırması ve buna gün ve gün devam etmesi bunun bir göstergedir. Bu konunun ilk temas noktasıysa ”Göçmen sorunu” ile kendini göstermeye başladı. Avrupa’daki şu anda sanayi devi konumunda olan devletler iş gücünü dışarıdan gelen göçmenlerden karşılamaktadır. Ancak bu durum Avrupa’daki temel ‘’Avrupa Değerlerine’’ yabancılaşmanın en temel çarpanı konuma yükseltti. Özellikle Almanya, Fransa, İtalya, Polonya, Hollanda başta tüm kıtada daha sağ konumdaki Ulusal partiler yükselişlerini ve hatta Portekiz ve diğer örneklerde olduğu gibi iktidara gelişleri gibi işte bu dinamik üzerinden sağlayarak ve yaygınlaşıyorlar. Özellikle Almanya’da son 2 hükümet AfD (Alternative für Deutschland)’nin yoğun baskısıyla göçmen yasasında büyük kısıtlamalar getirilmiştir. Görünen o ki, Avrupa’da devletlerin neo-liberal politikalarına karşı halk devletine ve ulusuna sahip çıkmakta ve tepkisini sandıkta ulusçu partileri destekleyerek göstermektedir. Ancak mevcut düzen partilerinden oluşan yapılanma bu partilere halkın iradesine rağmen karşı cepheler kurarak, yargı yoluyla veya iç istihbarat servisleri raporlarıyla hükümet kurmalarını önlemeye çalışıyorlar. Peki ama nereye kadar? Faşist diye nitelendirilen bu partilerin kendi ülke değerlerini ve ekonomisini savunması engellenebilecek midir ? Görünen şimdilik için evet ancak her seçim sonrası biraz daha bu partiler hedeflerine ulaşarak, dalgalar halinde tüm Kıta Avrupasında sonunda iktidar olmayı başaracaklar.


Peki ya Türkiye de ? Ülkemizde her imparatorluk yıkılışı sonrası ortada kalan devletin yaşadığı çeşitli sorunları biz cumhuriyetin ilanı ile aşmaya çalıştık. Yeni Türk devletini Atatürk ve kurucu liderlerimiz cumhuriyet, laiklik, çağdaşlık gibi değerler üzerine inşa etmiştir. Bu süreçte önce yıkılan imparatorluktan miras sorunlar çözülmeye çalışılırken bir yandan da ülkenin kalkınması için çalışılmıştır. Sonuçta önceki haline kıyasla bir çölden, hakkettiğimiz bir vaha yaratılmıştır. Normalde faşist rejimler hariç tüm ülkelerde demokrasi, cumhuriyete bağlı olarak onun ilerlemesine sağlar. Atatürk’ün ölümünden sonra ise durum tersine döndü ve gelen tüm iktidarlar veya kurulan partilerin büyük çoğunluğu demokrasi adı altında cumhuriyet ve kazanımlarını dönüştürmeye başladı. Bu durum özellikle, Atatürk’ün hemen ölümünden sonra başlayan bu süreçte cumhuriyeti koruyacak-ki en azından gereken- kuvvetler bir bir tasfiye edildi. Bu kısa süreçte cumhuriyet; Kurulan tüm yerli fabrikalarını, tarımını, denizlerini, toprağını, madenlerini; akademisini, aydınını, kurumlarını; kamu diplomasisini, dış politikasını vb. kısaca her alanda tüm cumhuriyet birikimini kaybediyoruz. Tüm dünya örneklerinde olduğu gibi cumhuriyetleri demokrasi değil, ordu korur. Bu süreçte cumhuriyetimizi koruyan aydınlarımız, ordumuz ve yargımızı ise yaşanan Ergenekon ve Balyoz süreçleri, Çözülme Açılımları, kurulan paralel-cemaat örgütlenmeleri, karşı devrimci yapılarla demokrasi adı altında tasfiye ettiler ve mevcut olanı da dönüştürüldü. Cumhuriyet ile kazandığımız vatandaşlık kimliğimizi ve haklarımızı demokrasi ile yarı- sömürge devletlerdeki sömürülenler sınıfına indirildi. Türk milleti bunun farkına Avrupa’daki milletler gibi farkına varıp müdahale edemedi ve kendi eliyle bu dönüşüme destek verdi. Bu süreç sonunda ya hiç ya da çok az aydınımız cumhuriyetine sahip çıkıp halen koruyabiliyor.

Diğer açıdan, dünyada neo-liberalizme karşı ulus devlet tepkisi Avrupa’da çok ciddi bir ivme kazandı. Fransa veya Almanya gibi ülkelerde bu partiler Faşist diye nitelendirilip siyaset sahnesinden demokrasiyi koruma adı altında itilmek istenmektedir. Sözde demokrasiyi savunan bu sol veya sağ neo-liberal partilerin, halkın oyuyla seçilen bu partileri tasfiye planı esasında kurdukları bu düzeninin yıkılmamasını engellemek için ancak halkın tepkisi bunu sınırlayacak gibi duruyor. Türkiye açısından ise durum bu konuma ancak ve ancak Zafer Partisi veya bazı küçük partilerin kurulmasıyla gündeme gelmiş ve güç kazanmaya başlamıştır. Bize düşen artık Avrupa’daki benzerleriyle aynı konumda bulunan mevcut düzen partilerinin yerine yeni 3.yol partilerine yönelip karşı devrimci yapıya cephe almaktır. Olması gereken budur ancak geçmiş seçimlerde halkımızın yöneldiği bu 3.yol konumundaki partilerin seçim sonrası tavırları malesef ki düzen partilerini aratmaktadır.O yüzden yapmamız gereken seçimden seçime yapılanları göz önünde tutup hareket etmektir. Demokrasiyle ulusal güçlerimizi tasfiye edip yerine cumhuriyet karşıtlarını koyanlara karşı olarak halkımız bizim yurdumuzdan gidecek başka bir yerimizin olmadığını bilmesidir. Bizim varlığımızın garantisi günlük arka kapı siyaseti değil, cumhuriyetin varlığı korunumudur. Ki biz ancak cumhuriyetin varlığıyla var ve özgürüz.

Son olarak, ülkemizde ağızlardan düşmeyen demokrasi adlandırması işte bu yüzden ağızlardan düşmüyor böylece modern dünyanın sömürü aracı olarak kullanılıyor. Ancak bizi inançlar üstü bir cumhuriyet koruyabilir ki işte bu yüzden diğer ülkelerin aksine bizim her zaman önceliğimiz cumhuriyetin esas varlığıdır.


‘’Bugün yıldızımız küskün, hilalimiz düşkündür. Ama yarın için umudumuz Tanrı dağına giden bir kuş gibi özgürdür.’’


Ankarapolitik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

Düşünmek özgürleştirir ise o zaman sende fikrini belirt.

Popüler

Ankarapolitik sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin